Niye mi bu işe soyunduk? Hiçbir fikrimiz yok. Belki de henüz düşünmemişizdir. Belki de soyunmak yerine bu işe giyinmişizdir, neden olmasın? Bir şeylerin kasıntı olması, zoraki olması, uğraş ve nizam gerektirmesi, kurallara sahip olması ve bütün bunların da kesin çizgilerle belirlenmiş olması ve aslında saydıklarımızın hiçbirinin var olmaması canımızı çok sıkıyor. Birdenbirelik istiyoruz. Ansızınlaşmak istiyoruz. Samimiyetin en üst formuna ortak olmak istiyoruz. Olağan durumların olağan şekilde anlatılmasını, yansıtılıp alıcıya ulaşmasını, kimseyi bir şeyler için yormamayı istiyoruz. Akışa müdahale etmeden yazmayı, yoldan çıkarken bile akışı kutsamayı seviyoruz. Vincent Van Gogh’un 10 dakikada tablo çizmesini, birdenbire doğaçlanan söz ve müziğin sevişmesini ve ne bileyim bir çok şeyin “ne bileyim”leşmesini seviyoruz. Sanat anlık ve ansızınlıktır. Şiir de öyle olabilir. Her şeyin öyle ya da böyle olabildiği gibi. Yani Grunge, müzikten (ve özündeki şiirden) sonra modaya sıçradı, bu durum çok umurumuzda olmasa da bu sistemin gerektirdiği yanlış sonuçlardan biriydi. “Grunge Poetry”den şu ana kadar dünyada üç beş kez bahsedildi ama bahsedilmeye değer bir eser ortaya konmadı. “Grunge Poetry” hiçbir zaman literatüre geçmedi. Şimdi burada, Türkiye’deyiz. Grunge Şiir tam da olması gerektiği gibi bizimle geliyor. Çünkü Grunge Şiir yaşamın kendisi. Sahteliklerin düşmanı bu şiir. Birileri gelir gider, bu düşünülür. Şimdilik bu giyindiğimiz işte tüm üryanlığımızla ve tabusuzluğumuzla aşağı yukarı iki kişiyiz. Grunge Şiir geldi. Yine söz etmek gerekirse kendinden söz ettirecek bir girişim bu. Belki de bir bok değil. Bunu zaman bile göstermeyecek. Hadi içeri geçin. Belki bugün ölürüz.
Bu blog sitesine ara ara şiirler yüklenecek. Daha sonra belki şiir seslendirmeleri yapılır ve bazı yayınlar çıkarılır.
H. Samed Ataş & Oğuzhan Kayacan – Eylül 2019
