kendine ait bir sözü olan her aklı başında kişinin bu topraklarda muhalif olması gerektiğini düşünüyorum. ancak muhalif olmak küçük topluluklarda yapılan kısık sesli sözde eleştirilerden, sözsüz bıkkınlık ifadelerinden, whatsapp grupları gibi güvenli alanlarda gösterilen yapay karakterlerden ve ortaya konan üretimlerdeki çelik yelekli imalardan ibaret değildir. muhalif olmak halef olmak demektir, selefle de selefîyle de derdi olanın kimliğidir. iktidarda ne var ise tabii ki ona karşı bir sözü olmak demektir. gayet basit bir iştir. kişinin iktidarda yeyip içen kelâmın yerini alması gerektiğine inandığı kelâmının, iktidardaki fikrin yerini alması gerektiğini düşündüğü fikirlerinin mevcut olması ile kazanılır. gayet kolay idrak edilebilir.
güncel siyasal iktidarın, giyinemediğini eski propaganda bakanı vasıtasıyla ikrar ettiği “kültürel iktidar” kıyafetini hükümete göbekten bağlı holdinglerin bağlı ortaklıkları/iştirakleri vasıtasıyla yayıncılık, sosyal medya içerik üreticiliği, atölyecilik, dergicilik gibi alanlardaki çalışmaları ile tesis etmek istediği ortadadır. troller bir yere kadar fayda sağlamaktadır, bunlara gerçek kişiler lazımdır. kafası karışık ve götcebi boş kişilerin enerji ve emeğini kullanan, onları telif, ücret veya işbirliği adı altındaki teşvik primleri veya rüşvetle yanına çeken (gayrietik olanın tercih edilebilir gösterilmesinin, sabıkaya kazandırılması planlanan meşruiyetin ve muktedir olmadıkları bir alanda onlardan görünmenin bedelidir) gözboyayan tasarımlarıyla modernlik gösterisinde bulunan müesseselerin kucağında olup da siyasal iktidar sahibinden ayrı bir söz söylediğini, onun taşıyıcılarından, paydaşlarından olmadığını iddia edebilmek mümkün olmadığı gibi işlenegelen tüm haksız fiillerin de meşruiyet kazanmasında ve “yandaş”lığın aklanmasında bu kişiler ortaklıkta bulunmaktadırlar. bu yapılanlara şüphesiz basit işlermiş ve edebiyat alanında üretme gayesinin, yayıncılık yapma temelli kaygıların ürünleriymiş gibi yaklaşanlar olacaktır, ki böyle “kandırılmış” bir profili benimsemektense kendilerinin “zaten çökmekte olan bir rejimin böylesi planlarla kalkınamayacağını”, “edebiyatın bir boka çare olamayacağını, ardılın da ardılı olduğunu” düşünmesini tercih ederdim. yine de, üfledikleri ateş memleketi de vatandaşı da yakan yangının ateşidir, birileri bunu hatırlatmalı ve kayda geçirmeliydi. vazifeyi üstlenmem gerekti.
buradaki mesele; kitap çıkarma, bir öykü yayınlatma, bir şiire sosyal medyada beğeni bırakma, üretimi ve markayı yaygınlaştırma veya duyuruda bulunma meselesi değildir. “biz yapmasak başkası yapacak” bahanesine sığınılması bu camiada alışıldıktır, bittabi işbirlikçi her zaman bulunur. her şeyden önce biraz acı olacak ama maalesef sizi soyanların size sadaka vermesini sindirmek meselesidir. “gönül” belediyeciliğidir. siyasal iktidar uzantısı bu yapının adamı olma meselesidir. mesele gayet tabii “saflaşmak” meselesidir. hem öyle hem böyle olamamanın duruluğuyla, vicdanın ve dürüstlüğün kıymetini bilmekle ilgilidir. hukuki boyutunu konu etmek içinse vakit erken.
kişisel ilişkileri dolayısıyla ve tekil örneklerle, bu yapıya dahil olan kişilerin, şu holdinglerin bağlı/bağsız ortaklıklarından birinin “imamı” dahi olsa iyiniyetinin, samimiyetinin, kabulgörmüşlüğünün (ki defalarca zikrettiğim gibi bu olguyu kendileri yaratıyor) bahane edilerek o’nun birbaşka olduğu fikri esasen bu değirmene su taşımadığını hissetmeye çalışan azvicdanlı kişinin zaruri hezeyanıdır. bu kişi ziyandadır, “şirket”tendir, hâlâ siyasal iktidara bulaşmamış bir kültürel iktidar varsa o çatı altında müşriktir. “ya ama şu çok iyi insandır, bu onlar gibi değildir”deki şu’yla bu, indiredursun, “onlar” kendisi olmuştur.
işte bu ahval ve şeraitteki vazifeler bir yana, en azından kişi kendini bilme yolunda bu yazıyla birlikte adım atmış olacaktır, ne mutlu ona.
