Başlayacak madem, böyle sonlansın
Zeytin, üzerine dökülen yağıyla tatlanır
Aşk, kend’evvelki posasından beslenir
Birikmeyen bulut söyle neyi yağsın?
Ölüm koynunda uyur ve sen Coetzee okursun. Varoluş darbelerinden yarı saydam kabuk bağlamış karakterlerinin meraka dönük yüzü içinde bir şeyler uyandırsın diye beklersin. Kavrarsın: “Neden?” en lüzumsuz sorudur ama kitaplar da anca böyle yazılır. Kavramlar giderek kirlenir. Sinema edebiyatı, fotoğraf sinemayı boşaltıp durur. Sanat söz konusu oldu mu ortada kan bağı yoktur. İyelik aşkı, vicdan adaleti kirletir, nihayet evvelin binlerce yıldır doldurduğu yıldızları boşaltırsın. Arkadaşlarına bira ısmarlar, sorular sorarsın. Sırf yaşar sıcaklıkta olduğunu göstermek için gözlerinin ta dibine bakarsın. Cevaplar uğultuya varır, yarısını duymazsın gene de kafa sallarsın.
– Burada “yine de” yazmalıydın birader
– Evet, evet haklısın. Gene de…
Bir çocuk şaşkınlığı bulursun balkondaki hamakta. Sipariş ettiğin viskide olması gerektiği kadar büyük, yekpare tek buz. “Yarın resme yeniden başlıyorum” dersin: “En başından, kalemin ve kağıdın hatta merdivenin icadından. O yarım kalan öyküyü de bitiriyorum artık. Geçen sene tamamlanması planlanan röportajın ikinci cevabını derhal postalıyorum. Sonraki kitabımın adı da Fırat’a Özür olsun.” Ve tüm bunları yapmak için hayatında bildiğin ilk ve tek adımı baştan atar, âşık olursun.
Dolunay’a yeterince bakarsınız
Ve ikiniz de Ayca konuşmaya başlarsınız
Sabaha dek denize dökülen bir merdivenden inedurursunuz
Aşk kendinden zıttınla kurtulma sanatı
Siyaha karışan beyaz griye boyar her tarafı
Aşk iki kişilik bir normalleşme çabası
Sonra o ayağındaki beyaz ojeleri kırmızıya değiştirir
Ağustos Eylül olur
Gölgenin ortasında bir ışık büyür
Çapı saat fark etmeksizin üç santim, şimdilik.
İhtiyarlık üzerine ihtiyar şiirler yazarsın. Eskimiş, dimağı silik. Okuyanın sade merhametinden Ömür Boyu Başarı Ödülü vermek isteyeceği… İhtiyarlık üzerine şiirler gençlikte yazılır gibi bir genellemeye tutunursun hala vaktinin olduğuna kendini ikna etmek için: “Ölümden hâlâ kaçmıyorum, reddedilmekten, yok sayılmaktan hatta demode olmaktan, çirkin bulunmaktan, buruşmaktan. Çünkü hâlâ bunları yazacak kadar gencim.”
Ölümdür, ona uzattığın elinden tutar
Yalnız elindeki yokluğa bakarsın
Çerçevesinden taşan boşluk saydamlaşır
Varlık boşluğu dolduruyor sanırsın
Fonda beliren uzamı nihai aydınlık
Hafızan zayıfladıkça hiçliğe varacak.
Hiçbir zaman yolculuğun gerektireceği kadar rahat bir uyku çekemezsin son gece. Her şeyi eksik bırakmaya dair bu dipsiz alışkanlık seni en çok erken yorulduğun yolculuklarda rahatsız eder. Ertelemenin biricik bacısı üşengeçlik, orgazmlarının bile parçasıdır artık. Halbuki liseye yeni başlamış gibi âşıksındır. İlk defa gördüğün manzaralarda, öğlenin kontrastsız aydınlığında imgeler ararsın. Değişimden âlâ bir bahane. Bin defa öğrendiğin şeyi hatırlarsın: Şiir aşkın değil, ayrılığın sanatıdır. Vaatler tutulma zamanı geldiklerinde hep başkalarına aittir. Yaşam unutur, hayat dönerken seni.
Ellerini tutarsın ellerinden
Seni büyütmesini beklersin
O ise yalnızca abartır
Kanarsın, razısın
Göğe bakan başın iner
Kalın çerçeveler ve camlar ardındaki karışık gözlerine
Islak bir gülümseme fokurdar içinde
Derken
Arkada bir kuş kanadı
Kedinin ağzında.
Ayrılık her zaman anidir. Bu yüzden hiçbir sevdiğinle arkadaş kalamazsın. Senden “yarım kalan” diye bahsederler. Tüm hayatın boyunca neyi tamamladın -da bu şiiri tamamlayacaksın- da bir aşkı tamamlayacaksın. Su Adayı var ve hapis eder. Senin suyun, galip gelip duran arayışsızlığın. Ve son köprü de yıkılırken sorar: Bunca kül dururken beni neden saçtın?
Resme başlamamışsındır
Öykü de röportaj da hâlâ yarımdır
Hepi topu Grunge bir şiir yazılıverilmiştir işte
İçindeki tali yollardan biri daha kapanmıştır
Geriye düşecek tuğla kalmamıştır artık
Yakılacak dua da
Dönersin eksildiğin yerden kaldığın kadarına
Şimdilik eylül ekim olur mu, olmaz.
Elinle oymuş gibi
Girdiğin rahat ve mutsuz karanlık
Büyüyüp çoğalmak ağaçlara mahsus, insan azaldıkça insan.
