Ellerimden tutup bir yabancı getirdim buraya.
Parlak üstlü yorgun sandalyeye asılı
damatlıktan bozma cekette
kimliklerim saklanmış cüzdan…
Fonda Neşet çalmıyordu ama ben
yine de çifte telli oynuyordum.
Kartsız kimliğim en çok da o sıralar
halaylarıyla üzerimde tepiniyordu.
Etrafımda saklı tarih,
saklanma ihtiyacımın nedenini düşünüyordum.
Ya oyun yanlış yerde kuruldu ya da inandı inanılan
çocuklarının saklambaçta büyüyeceğine.
Asırlardır sabırla devreden hangi sayıda
kalkacak yumulu surat, açılacak göz?
Ne zaman sızlayacak sobe duvarında parmak kemikleri?
Oysa ensesinden bir çocuğu
tutup çıkarmak vardı saklandığı varilden.
Bir çocukla sandalye yapmak vardı
saklandığı marangozhanede…
Birkaç defa
ağaçlar örtülü dağları sırtlayan dinleme tesislerinde karşılaştık,
hava bir daha ısınmayacak kadar soğuktu.
Birkaç defa
bozkır boşluğundaki benzin istasyonlarında karşılaştık,
ağaçlar bir daha yeşillenmeyecek gibi kuruydu.
Yürüyüşünüz, sigaranız, ölüme yatkınlığınız…
İzliyor ve başkasının yanındaki sizi not ediyordum,
insan başkasının yanında da
kendi köşesinde yaşar aslında.
Oturduğunda yer edinir, kalktığında çıkar
başka salona taşır odasını,
tek teker her yere sığar:
Buraya koşup
beni kimlerden kaçırdığımı bilmiyorum.
Üzerinize bir şey alın, bu serinliği yaşayalım.
