Kana kana karanlıkta
Gel kardeşim Üsküdar
Hadi bize gidelim
Helvanı al gömleğini çekele içini dök
Usunu sıyır hadi bize gidelim
Yalnızlık az sonra damlar

(Önce Kadınlar – Metin Eloğlu)

Metin Eloğlu (1927-1985), kendi odasında bir şair. Babası bahçıvan Hasan Efendi, annesi el işçisi Nahide Hanım. Aynı zamanda ressam olan Eloğlu, ailesini kısaca şöyle tanımlar: “Babam bahçıvandı. İstanbul’un tüm park ve bahçelerinde emeği geçmiştir. Annem çok güzel nakış işlerdi.”

Babasının memleketi Sinop’un Boyabat ilçesinin Perçincik köyü. Kendisi ise 11 Mart 1927’de Üsküdar’ın muhtemelen Çamlıca muhitinde doğuyor. Ancak Barış Özkul Birikim dergisindeki “Metin Eloğlu’nun Üsküdar’ı” başlıklı yazısında ona en çok Selamsız’ı yakıştırıyor. Nedeni de gayet makul: Anti-kurumsal ve otoriteyle uzlaşamayan bir kişilik ve İstanbul’u duyan, bilen, seven ancak eski süslü İstanbul anlatısına karşı sokağın –o zaman için- yeni anlatısına sahip çıkan bir anti-“İstanbul”lu Eloğlu. Selamsız da sivil ve anti-“İstanbul”lu bir karaktere sahip, şehrin ortasında kendi kültürünü halen muhafaza edebilen bir kenar mahalle, henüz Siyasal İslam’ın da öyle yayvan bir konumlanmayı başaramaması bir yana örgütlü bir tesiri henüz ülke sakinlerini karşılamamış, bunun yanında politik atmosferi tarif etmeye gerek bile yok. Bu kenar mahallede ve sonrasında diğer Üsküdar sokaklarında gördükleri Asım Bezirci’nin de ifade ettiği gibi karakterleri romantik etkiyi terk etmiş ve gerçekçi tavırlara sahiptir, iyi/kötü insan ayrımından sıyrılabilmesi de yine gördüğü hayatlardan ve yaşadığı sokaklardan olsa gerektir. “Bu yalnızlık” Selamsız’ındır da aynı zamanda. Eloğlu’nun nerede doğduğu hususundaki farklı görüşler yine de Sultantepe ve Çamlıca’da toplanıyor. Bugünkü İstanbul’u o eski İstanbulluların dahi tanıyamayacağından ve şehir hafızasını kendi hafızası gibi taşıyan bir İstanbullu olmadığım –ve hatta İstanbullu olmadığım- için bu meseleyi ayrıntılı şekilde tartışmam pek yerinde olmayacak kanımca.

Eloğlu’nun, İstanbul’un yekûnü için yoğun duygular beslediğini, zaten  50’lerden 80’ler İstanbul’una kadar olan İstanbulların şiirindeki ve yaşamındaki karakterinin temel taşlarından olduğunu söyleyebiliriz. Turgay Anar, 2009 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan ve Eloğlu’nun öykülerinden oluşan İstanbullu kitabının ön sözünde Eloğlu’nu “İstanbul tiryakisi” olarak tanımlıyor. Kendisinin çok sevdiği İstanbul’u doya doya, zevkle ve aşkla yaşadığını ifade ediyor. Toplu öykülerinin yer aldığı bu kitabın adını da kitabın editörü Selahattin Özpalabıyıklar yine Eloğlu’nun aynı adlı öyküsünden seçiyor. Bununla birlikte çeşitli şiirlerinde fazlaca bahsedip ona mahsus bir konum bahşettiğinden ve hayata ve şiire ilk açtığı kapının orada olmasından sebep Üsküdar, şaire mekan tayini yapılacak ise Metin Eloğlu için bittabi en münasip olanıdır. Eloğlu, asıl İstanbullular gibi yüzme bilmediğini ancak balık tutmayı sevdiğini söylüyor. Üsküdarlı şairin yüzme bilmemesi de onun ayrıksılığı için önemli bir ipucu –ki bu bilgi Instagram’daki bir reel’de de popüler olup insanların duygusal mastürbasyonuna meze 0lmuştur- ayrıca bu meseleyi Dizin adlı 1971’de yayımlanan kitabındaki “Kulaç” şiirinde de “Evet, döğüşkenlik sığılarda yüzme öğrenemez ki” dizesiyle de şiirine taşıyarak bir ifade doğurmuş. Metin Eloğlu şöyle bir ifadeyle de yalnızlığını, Üsküdar’ı ve kendi duygusal ahvalini bağdaştırmış: “Bir incir ağacının üstüne tünerdim bir kuş gibi, orada düşler kurar, gezilere çıkardım. Arkadaşım yoktu denebilir. Kırımsı bir hayat yaşadım orta okula gidinceye değin. Okulum Üsküdar’daydı. Birdenbire denize, çarşıya, kalabalığa açılış oldu. Bunu etkilerini şöyle özetleyeyim: daha çok kıpırtılı bir yaşam düzeyine girdim denebilir. Bu bende geri kalmış, gelişmemiş yahut gizlenmiş diyebileceğim kimi duyguları öne çıkardı. Bir farfaralık da diyebilirim buna. Hemen ardından bir dışa açılma dönemi başlıyor.”  

Selim Yücel ve Azimet Avcu’nun, Metin Eloğlu ile Güzin Ergur’un çocukları olan Şiir Eloğlu ile yaptıkları röportaj geçtiğimiz sene banliyo.org’da yayımlanmıştı. Bu röportajda Şiir Eloğlu, babasının Üsküdar’la bağına dair soruya verdiği cevapta şöyle söylemişti: “Babam çocukluğunu ve gençliğini Üsküdar sokaklarında yaşayınca Üsküdar onda çok farklı bir yerde görünmektedir. Babamın İstanbul’u Üsküdar’dır. İlk hırçınlıklarını, aşklarını, şiirlerini, resimlerini orada yapmış orayı ciğerlerine çekmiştir.” Güven Adıgüzel ise gzt.com’da yayınlanan “Vaktinde Bir İstanbullu: Metin Eloğlu” başlıklı yazısında Eloğlu’ndan şu alıntıya yer vermektedir: “Günlük gıdam mı? Bir haşlanmış patates, cücüklü bir soğan, yüz gram helva. Ekmek istemez. İstanbul ister.”. Ve bu alıntının ardından Adıgüzel şu yorumu yapmıştır: “Ekmek gibi, su gibi İstanbul, varlığından neşet eden gölgesi bile yeter aslında şaire. İstinye doklarında rıhtımdaki bir işçi, Salacak’ta sarhoş bir kayık, Çamlıca tepesinde eski bir dalgınlık.”. Dildeki ifade haznesini genişletmek gerektiğini düşünen ve bu düşüncesini de çokça (iyi ya da kötü) pratiğe döken Eloğlu’nun türettiği kelimelerden birkaçı da bize Üsküdar’ın onda haybeden bir mekanı imlemediğini anlatmakta: Dizelerinde kullandığı  “İstanbulsamak” ve “üpÜsküdar” kelimeleri ile Önce Kadınlar kitabında bir dizi Üsküdar şiirini içeren bölümün adı olan “Üsküdarlama”. Tabii “sanatlı” ve “kalabalık” şiire mesafeli olduğu için bu türetimleri kullanmaya fırsatı da oldukça fazladır ve onun için ifade biçiminin doğal sınırını aşmak için yeni kelimeler türetmek kullanışlı bir yöntemdir. Zannımca şiirin kendisinden dilediği reaksiyonu alamadığından kaçar Eloğlu bu türetimlere. Zira çok söz de söylemeyi tercih etmez zaten şiirlerinde, sadeliği “ÜpÜsküdar”ı bir ölçüde gerektirir diğer bir deyişle. 

Eloğlu, ilkokulun üç yılını Bulgurlu’da, iki yılını Kısıklı’da; ortaokulu ise Sultantepe’de okumuştur. Yaşamı Üsküdar’ın birçok semtine ve mahallesine temas etmiş, şiire ilgisi de Üsküdar’da başlamıştır. Asım Bezirci’nin aktardığına göre Eloğlu Sultantepe’deki ortaokulda okurken okulun müdürü İsmail Hilmi Soykut’tur ve kendisi aruzu iyi bilen, Klasik Türk Edebiyatı’nı seven ve bu edebiyatı öğrencilere belletmeye uğraşan bir şairdir. Sonrasında ise TRT’deki “Edebiyat Dünyası” isimli belgesel dizisinin kendisine ayrılmış bölümündeki bir kısımda Eloğlu’nun anlattığı üzere yeni bir öğretmen olarak okuluna Sabahattin Kudret Aksal gelir. Eloğlu, henüz Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredatında yer almazken Orhan Veli, Oktay Rifat, Sait Fâik gibi şairleri okuyabilmesini Aksal’a borçlu olduğunu belirtir. Aksal, Bezirci’nin aktardığına göre Soykut’un zıttı biçimde öğrencilerine yeni edebiyatı aktarmaya uğraşır ve tahtaya yazdığı ilk şiir Orhan Veli’nin “Masal” isimli şiiridir. Ki Garipçi şairlerin Eloğlu şiiri üzerindeki etkisi de oldukça fazladır, zaten  gerçekçi bir bilinçle yazan Eloğlu biçemde de bunu Garip şairleri gibi sade yazmak ve halk arasında kullanılmayan kelime ve ifadeleri dışlamak suretiyle –bununla birlikte halkın dahi kullanmadığı halkça kelimeleri de şiirlerinde kullanarak– uygulamıştır. Ancak şiirlerine baktığımızda, döneme göre üslubunun farklı farklı kanallardan beslendiğini ve dönüştüğünü de söyleyebiliriz, yani şiirin arayış kanadında yürüdüğünü ifade etmemiz mümkün. 

Şiirinde sabit bir noktada durmayı tercih etmeyen şairin baştan sona vazgeçmediği birkaç unsurdan biri Üsküdar’dır. Üsküdar’da Aksal ile rast gelen bu tanışıklığın ardından ise Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim bölümünde öğrenim görürken Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun da öğrencisi olmuştur. Elbette Aksal ile başlayan bu öğrenim süreci öylece kalmamıştır.  

Üsküdar’ın anlatısı Nevin Koçoğlu’nun Cafrande.org’daki “Metin Eloğlu Kadınları – Sahavet Hanım Ne Yaptı?” başlıklı yazısında da söz edildiği üzere şiirde kurduğu kadın karakterler üzerinde de ortaya çıkmaktadır ve Eloğlu şiirde sevdiğini ifade ettiği kadınlara “Üsküdarlı” olma vasfını yüklemiştir. 

Eloğlu’nun; Kısıklı, Harem, Salacak, Çamlıca gibi Üsküdar muhitlerine yer verdiği şiirler mevcuttur. Her ne kadar en fazla göze çarpanı Önce Kadınlar kitabındaki “Üsküdarlama” bölümü ise de Üsküdar onun muhtelif dönemlerde şiirinin en can alıcı noktalarında konumlandırdığı çoğu zaman ifade ettiği yeri aşan bir imaj olarak yer almıştır. 

1957 yılında “Sultan Palamut” adlı kitabında yer alan Kısa Günün Kârı şiirinde akşam ile birlikte görülen Üsküdar; 1961 yılında yayımlanan “Horozdan Korkan Oğlan” adlı kitabında yer alan Yitikçi şiirinde, şiirlerinde sürekli geçirdiği “Elif”le birlikte yer alır. 70’li yıllara vardığımızda Üsküdar artık bir anıdan ibarettir ve o anının ifade ettiği duygu aynı kasveti taşıyarak ama daha da derinleşerek yalnızlık, karanlık, keder, ölüm gibi kavramlarla ilişkilidir. 

1971 yılında Güney Yayınları tarafından yayımlanan Dizin adlı kitabında Eloğlu, “Ben Üsküdarlıyım arkadaş, seni bilmem” demişti, yapışkan hakikatle tanımlamaktan çekinmiyor artık kendini durbilmez şair. Birikim Dergisi’ndeki yazısında Barış Özkul her ne kadar “70’lerin ortalarında Eloğlu, Mehmet Tansel’e ithaf ettiği şiirde Üsküdar’ı ilk kez bir yalnızlık ve hüzün duygusuyla hatırlar.” demişse de 1971 yılında yayımlanan Dizin kitabındaki “Şey” adlı şiirinde “Sokağa çıktığımda / Saçım sakalım ağarıyor / Eve döndüğümde // Üsküdar’a gittiğimde” dizeleri onun hüznüyle Üsküdar’ı arasında bağ kurduğu bir şiir olarak daha erken bir zamanda yazılmıştır. 

Ölümünden on ay önce, Aralık 1984 tarihinde Adam Yayınları’nın yayımladığı Önce Kadınlar kitabında ise “Üsküdarlama” bölümünün ikinci parçasında “Ne yağmur diniyor ne ölüm ne de çarşı / Böylece kalsın / Böyle iki şak / Kepengi örtük / Üsküdar işi” diyerek Üsküdar’ın zihin dünyasında yer aldığı son şekli şiirine açıkça ve sadelikle işlemiştir. Gerçekten de Üsküdar’ın rüzgârla, yağmurla, bir çeşit sahtelik ve durgunlukla, insanlar arasındaki soğuklukla anılması doğaldır ve bugün sanki Üsküdar özellikle bu manzaraya tutulmuştur. Yine aynı bölümün –Üsküdarlama– “h” başlıklı kısmında “Harem’den balığa çıktık / O gençliğine ağlayadursun” derken yine Üsküdar o giderek büyüyen hüznü taşıyor. “i” başlıklı parçasında ise “Sabahın kışlasında / Konup kalkıyor yürek / İçin için yuvalanan kırlangıç sesi / Bu kaçıncı bozarmak / Selimiye bindokuzyüzbilmemkaç” dizeleri bütünsel olarak da tek başına da Eloğlu’nun Üsküdar’a yüklediği olumlu bir anlam kalmadığını, sanki artık doğduğu semti ona yapışmış bir hakikat olarak algıladığını düşündürüyor. “l” başlıklı parçada ise “Ah şu Üsküdar huyum” diye başlıyor söze Eloğlu yukarıdaki ifademi destekler şekilde. “Ah o Üsküdar huyun olmasaydı ne dünyalar mümkün olurdu?”, acaba bunu mu düşündü? “m” başlıklı parçasında ise “Kızkulesi’ne yakındık / İçine uzanıp sızaraktan / ‘Hiç ölmesek’ diyordu / Baldıranın tarihiyse memleket” dizeleri Üsküdar’ın onda Kız Kulesi efsanesindeki zehrin memleketi olduğunu ifade ediyor sanıyorum. Duygunun yazdığı şiirden hoşlanmayan ve gerçekçiliği cebinden çıkarmayan Eloğlu karanlıklarla karşılaştıkça bunu bir şekilde Üsküdar’a yorup, benzetip, bağdayıp ona atıf yapmak gibi bir refleks geliştirmiş olabilir. Mehmet Taner, Yapı Kredi Yayınları’nın 2003 yılında yayımladığı Metin Eloğlu’nun toplu şiirlerini ihtiva eden “Bu Yalnızlık Benim – Toplu Şiirler (1951-1984)” kitabının ön sözü niteliğindeki kitapla aynı adı taşıyan yazısında Üsküdar ile ilgili dizeleri yan yana dizmeden evvel şöyle başlıyor paragrafa:Öylece, bir yandan onun ruhsal kimyasını, varoluş karşısında harekete geçirdiği enerjinin işaretlerini, bütün katmanlarıyla ton ton mavide yaşantılarken, bir yandan da o simgenin kubbesi altındaki günlük kaderlerinizin benzediğini “veryansın” izliyorsunuz. Alkol, alkolün getirdiği afetler; düze inmiş, “dünyanın kaç bucak” olduğunu görmüş olmalar; ve bütün eski Üsküdar’lar…

Ölüm teması da bittabi Üsküdar’la buluşuyor Eloğlu’nda, seneler de ilerledikçe. İstanbul’un “mavi”si Üsküdar’da “blues”a dönüyor sanki, Üsküdar özelinde. “Kenan’ı ölmüş diye duydum ve sanki Üsküdar’a gitti” dizesi söylediğimi açıklar nitelikte diye düşünüyorum. Kızı Şiir Eloğlu yukarıda da bahsettiğim banliyo.org’daki röportajında babasının mezarlığının muhtemelen doğduğu o yerde / aynı yerde olduğunu aktarıyor: “Çamlıca Çakaldağ’da aile mezarlığımızda yatıyor babam”. Üsküdarlararası bir hayat, İstanbul’un İstanbul olduğu bir zaman varsa o zamanda yaşanmış bir hayat. Üsküdarlararası… Ancak hangi Üsküdar’dan hangi Üsküdar’a?

son yayımlananlar