bir deniz yarası, kabuğu çökmüştü dibine
ve elasında gözbebekleriyle ıslattı bir kadın
öyle ıslattı ki hatta kanını
damarlarında bir otobüs biletine yol kesti
balık sırtında el değmemiş bir nahiyeye kadar
yazıtları olasılıklandıran o hain öykü gibi
sonra tekil kaldı, sonra sünger avcılarıyla, paraşüt kesikleriyle
daha sonra da deniz suyu kaçakçılığı yapan bir ormancı
bir nevi tohumu yeşerdiği yerden çürüttü
bir otobüs şeysi, koltukların ara sokakları, tıklım tıkış bavullar
boşalan odalar, geriye seğiren yüzler
çünkü her şey nokta kadar eş zamanlı bir ayrılık
bir parça da aynılıkla birbirine benzedi
şehirler bir kavram olarak yürüyordu kıyılara
bir deniz feneri evlerde fal açmıştı
kimi sahipsiz kapılar eskimiş kurşun izleriyle vuruldu
sadece bir nokta
oysa çoktan aştı emekleme çağını kitlesel kelimeler
bir ağacın gövdesine bırakılmış pencere zamanı durdurdu
ama dallarında yürümeyi öğrendi kuşlar
karıldı harçlara gölgesi tuğla aralarında
önünde arabalar duran
basamaklarını düşler çıkan
basamaklarını hayaletler inen sahipsiz evlerin
ve bırakılmış bir korkuyla
sedirin altında bekleyen bir anahtar
bir bardak, yün döşek, henüz gitmemiş bir bilet
belki gitmiş bir otobüs bileti
sonra bir de bakıyorsun ki cam çivileriyle tutturulmuş
üzerinde macun lekesi duvarda kalan bir rakam; iki
iki tek rakı, iki somun, iki dilim beyaz peynir
tekleri kaybolmuş iki çift ayakkabı
biri yollar diliyor diğeri çoktan kendini atmış kayalardan
zulamda her şey böyle ikiye bölünmüşken
ne olur her söz yalnızca avlularda yatıp kalksa
çünkü renkleri ve biraz da rakamları saydık
şekilden şekile soktuk, maharetliyiz de bu işte
ve ben ayrıca öyle sanıyorum ki kimi renkler
siz rakamları saymaya başlayabilirsiniz
evet, kimi renkler peygamberler kadar batıyor sulara
sonuçta da kör bir saksı sadece suya uzandı
denedim pembe bir kış içinde bulutlardan süzülen
bir omzu düşük kel kartalı
çizdim şakağına sustalanmış bir el
gördüm ki sen ne kadar ovarsan ov
insan kendine uzaklaşmak istediğinde bir damla bile kıpırdamıyor
yine masallara kuruluyor satranç tahtaları
yine bütün usta oyuncular elleri kuş palazı
üstelik piyonlar da kask takıyor artık
bunun için elden ele geçiyor kalelerin düşmesi
ve anlamak kalıyor geriye sur diplerinde toplu mezarları
derken, bir ışık kendini tavana astı
ki daha şimdi bir kadın ağaca dilek asmıştı
rengarenk kıyısında bir beyaz çaput ya da mendil
böylece tanyeri dikildi durdu karşımda
yollar beni her zaman öksürtse de veremli sarhoşlar gibi
tutar şimdi bir arzu, belki yorgan ve bir adamı
tutar belki hayatı ıskalamış biten bir anlam
sonra bir döşek serildikçe dalga dalga büyüdü
sıvalar kavladı, saatler duvarlardan döküldü
yolunu şaşırmış ve bağırsaklarını göster deyince biraz
az biraz diğer organlarını avuçlayan bir ilkyaz sabahı
ceketini fırlatır gibi fırlatan bir adam
kurulup arafta bir yer sofrasına
yükseklik korkusunu ayaklar dibinden kursağına taşıdı
bu yüzden suya bakıyoruz ve eğrisine düşüyoruz
ben neşemi denkleştirip de uzaklaşamadım kendimden
ne de bu kalabalık kentlerden
ama bir acem tırtılı karnaval renklerini sulamasını bildi
bir bilet, kadınımın benden çevirmediği yüz
bir bilet, dönüp dolaşıp kalacağı yeri ezberinde tutar
bir kadın ki perçem dokur gözleri çin’den odama kadar
ve benim sularda durgun ve değişmez sevdalı gözlerim
nasıl görmez olurum dünyayı
bir minare yokuş aşağı boy vermişti çıkmaz bir sokakta
dönüyordu yelkovan bir sansarın peşine takılarak
bir kulenin toprağını şekillendiriyordu
ateşte sektirilen taş, bu senin dokuzuncu canın
ama biz vertigoluyuz biraz, tam da galata’da
kendi içine dönmek, kendi içine dönmek
daha saygın yok olma biçimi
ah gitme ne olur, ah dönme ne olur
el basılmış söz dağarcıkları üzerine
büyük gövdelerin küçük ayakları olur
ah gitme
bu son, bu son, bu son
derialtı kondomuyla korunan bir bekaret gibi
yani yığılan yırtılma dürtüsü
her son daima kendini tekrarlayıp durdu                     

son yayımlananlar