“taşlayınız beni merakla ve uzaklardan,
yeni bir şey keşfeder gibi.
bir hayvan kadar mağrur ve kanlıyım,
taşlayınız üstümdeki nasibi.”
fazıl hüsnü dağlarca.


kafama dayamıştım silahı, midem bulandı!
elim titredi, dizim tutmadı, hiç yaş akmadı
durdum.
dünya öldü efendi, gıkınız çıkmadı!
yaşayan yerlerim öldü, heyulam öldü, irinim bile.
akdeniz’in tohumu kafkasya’ya düştü, konya’ya,
yutuldum yırtıldığım yerde, gıkınız çıkmadı!
biraz hava girse deliğimden mutlaka kurtulacaktım
biraz zehir girse, ot girse, zakkum ve ful girse,
sulansam belki,
güneşe çıkarılsam, ışığım kapanmasa kurtulacaktım.

bozkırın ateşine, yazına, nefes darına, geniş ağına doğmanın günahından,
yine de o yaz, yağmurun yağmasının günahından…
onlar önce ölecekti, sıra bende değildi!
sabretmedim, öne geçtim, tarih baştan yazıldı;
hakkına girdiniz persephone’nin,
günahınız üstüme kaldı yapış yapış!

sonra yıkadınız mı ellerinizi?
getirdiniz mi en ücranızdan salavat?
zaten selamın aleyküm, aleyküm selam, beş vakit namaz…
rabbin seni terk etmedi ve (sana) darılmadı
yazılı bir iç kıyım, ölüler ülkesi, vicdansız azap, rahat uyku, kâinat!

taşınabilir nargile yaptılar, güvenlik ayarları, flört uygulamaları, panik ataklar, uykudan
sıçramak yaptılar, kesintisiz şüpheler, ertesi gün hatırlamamalar, social media apps, one
night stands, biraz şehvet, yaftalar ve pornolar…
gösterişli sözler yaptılar, çağ değişti, aferin!
iyi uykular efendi, tatlı rüyalar!
neden erkekleri hep küfürden, kafa çekmekten, errrrrkeklikten, kabahatler kanunundan
yaptılar?

neden hızlı gitmek, yavaş gitmek, hedefe hep geç varmak…
bundan yapılmak hatta, bundan ibaret olmak?

bozkırımda bir tek ağaç yetişti,
-yabanıl, yabancı, yavan bir şeydi, yuvam değildi-

salındı, serpildi, ama o da göç etti, hayret!
hiç kızmadım, hak verdim, Hakk’ım beni vermedi.

emniyet kilidimi çözdü şeyhim,
çarpıldım, morardım, kandım ve kanadım.
her şey ters gitti, plan bu değildi!
göğsüm açık, yaralarım var, kan revan içindeyim
yamasızım, beresizim, tertemizim sandınız.
hiçbir şeyden haberiniz yok efendi.

kara bir leke kaldı geriye, geçirgen gölgesi kaldı.
kasılmaklar, gevşemekler, diş izleri, birkaç sıcak ah kaldı.
tedirginlik, bir hayvan, bir de yarası kaldı.
bağırtılar kalırdı, inlemeler hatta, ağzımı kapadınız.

-iç işlerime atandı şeyhim, kanunlar çıkarttı.
çalı çırpı topladı, üşenmedi çıraladı, bir de ateşi çaktı, yazık!
alev aldım, kül olmadım, çok yandım, üfff!
‘’sen’’i bıraksaydın beni bırakmazdı ama
yandı gömleğin, çiçekleri ve gövden yandı.
bir yandı, iki yandı, saydım on üç yandı!
elin titremedi, yüzün ekşimedi, inat ettin, aferin.
ateşin çatırdadı, kırmızın da hatta, infilakın başladı,
kokusu yayıldı, genzime yapıştı, aksi mümkün değildi.- amin.

köküme kastettiniz efendi!
saldınız böcekleri, gıkım çıkmadı!
süt döktünüz çimenliğe beeemmbeyaz!
dikenden, kandan, acı tattan sakınmadım kendimi,
genzim aktı, sonunda!
şeyhim sakındı, siz sakındınız, kolumdan tutup katık yaptınız beni.
ayıp ettiniz, örtünüzü serdiniz.

çürüdüm, kurudum, susadım…
hakikat akan bir su olsaydı iştahla avuçlardım ama
içimde geriye kurak amazonlar, kadim suçlar, soy kırımı, mezopotamya kaldı. geçilmedi
bağdat’ın kapısı, babil hiç yapılmadı.
tarih yazmadım, geriye bakmadım, koymadım kendimi bir yere;
başlangıç noktası, bitiş nüshası, pamuk tıkılması bir de, bildiniz?!
sonra dua, kara toprak, bir marş belki, kapanış;

hiçbirinizi davet etmedim kazıya, cenazeme, düelloya, savaşıma!
düşman değilim, dost değilim, bir şeyiniz değilim!
toprağı eşelenmiş, tozu üffflenmiş put değilim.
beyazına sarılmış, bıçağına dayanmış, kırkı çıkmış değilim.
dünya ismimi yanlış söyledi, razı geldiniz efendi!
sizden razı değilim…

son yayımlananlar