vardıklarında
bir kızılca kıyamet kopacak sanılırdı olmadı.
boğazlarda fiyonk,
parkelerde topukların keskin ıslığı işitilmedi

adamlar geldi.

öyle şaşaalı bir geçit de düzenlenmedi hani kalmamıştı bağlarda üzüm
dağlarda çekilecek yol, çığlık, yankılanacak bir uçtan bir uca

adamlar erkekti.

erkeklikleri de erkeklikti.
bir defa suratları kızarmazdı kat’a.
(çek karşılığı rujlar hariç)
boydan boya çamura batsa yine başı dik – veyahut öyle kabul ettirir
mil çeker sürmelenecek gözlere
ya tesbih çeker ya rest
hakkıdır

adamların boynuzu vardı.

adamların boynuzu kıldan inceydi de neticede bir boynuzdu duyulan
güç yetirebildi adı topraktan oluk oluk ceset korkusu çıkarmaya
bir rüyanın midillisi daha tehlikeliydi şahmeran’dan
ne utanma süzüldü ne depresyon suratlarından ne zarafet

susmuş çocuklar
yaşlıydı kemiklerini sıkmak için,
yumruk içinse ölü.

ağır geldi, diyemediler yazı turaya “para”
“kahrolsun” dediler “hamdolsun, bugün de doluyoruz.”
“katran soluyoruz yemin olsun ki acıyın diye değil.
ciğerlerimiz sızıyor anahtar deliklerinden” ve şimdi unutun bu sözleri

adamlar bordo kıravatlarını bağladı bellerine.

böylelikle
“ağızlarından çıkacak tek bir yalan dahi kalmadı” iddianamesi oluşturuldu
allahtan kağıtlar vardı böyle işlerdi bu işler
içten bir rahmet okundu makyavel’e sonra stalin’e sonra sun tzu’ya, daha da küçük iskender’e
akış, takdim, ön söz ve prosedür detayları
saygıdeğer konuklarımız,

adamlar dünyanın kaçıncı sonunu getirdi.

rafa koydular güneş görmeyen bir yere
günün birinde yeniden sofraya çıkarmak üzere
tüm, bu her şeyler gerçekleşti.
bir kuşluk vakti ya da bir akdeniz balkonu berraklığıyla
hiçbir hesap görülmedi lakin gereği düşünüldü
ergenler beylik laflarını etti
bin yıllık huzurlu bir uykunun kucağına sokuldular
ne mutlu. sessizlik.

adamlar geldi.

saygıdeğer konuklarımız,
çocuklar ne bıçak çekebildi
ne pimi
çocuklar dikti kafaya bir şişe kumu.
çocuklar gitti:
meçhul bir diyara,
adamların (y)olmadığı

son yayımlananlar