yüzün zihinlerde bulanık, ismin yanlış kitaplarda…
tutmuyor anlatın birbirini. sapkın olmakla suçlanan
sıradan insanlarla berabersin. eprimiş yaftalar üstünde.

“kahveni bitirdin. fincanı temizledin. smokin üstünde.
av tüfeğini çıkardın kılıfından. dudağını yokladı bir küfür.
külüstür chevrolet’ni hatırladın. louis ile eliot’ın son kav
gasını. ayrılışlarını. ölüşlerini. karın kaslarını. memelerini.
sakallarını. göğsünü. sevişirken dolup boşalan ciğerlerini.
yalnız 
    kim olduğunu hatırlayamadın. 
                      üstünde çay lekesi.

         rüyada duyulan sesler 1.
         balon başlı ahtapot çaldı bilgeliğini. altını. gümüşü.
         parıldayan kalemini alıp götürdü. yaldızını ayırdı. gitti.
         pa-pa-pa… ılll… annnn! yamulttu iç cebindeki yakut saati.
         ve denizlerde bekçilik yapan bir müren. bilinmezliği tef
         tiş ettiği esnada buldu hazineni. çalınmış neşeni senin.

         çalınmış ve toplanmış. yoğunlaştırılmış. dizilmiş. dağınık
         çizgi kümesi üstünde. bûy-i zerrîn ü bûy-i seyyâl. what 
         immortal hand or eye, dare frame thy fearful symmetry?

“çay saati. odada boya kokusu. taze. bacak üstünde bacak.
serçe parmak havada. tabağında bir parça müren. hırıldı
yorsun. düşlerindeki kopmaları zapt etmek için her gün aynı
balığı yiyorsun. çiğ. 

           tetiktesin. 
                 bir parça kurutulmuş et için.
büsbütün nemden arındırılmış. parazitli. kumlu. pürüzsüz.
her lokması başka tat. başka bulanık. kravatında gev
şeme. kıpırdanma kumaşlarda. düğmelerin şişkin.

seni uykuya daldıran orkestranın şefi
                      nerede”

         rüyada duyulan sesler 2.
        uykuna sızan duvar kâğıtlarında gizlenmiş bir gamze-i
         câzû… caaaz! kaldırdığın kahve fincanını seslendiriyor…
        arabanın lastiğini sürtüyor asfalta… kayıyorsun – – uuuuu!
         smokininden taşan karanlık dokunuyor rüyalarına
        sen rüya koleksiyoncusu. hangi vadiden bu sesler
         hangi baykuş uğulduyor akışkan ruhunda. hangi yağ
         murdan sonra açılıyor göğün. renklendiren eflâki…

“parıldayan gövde. üstündekiler saydam. tam çağındasın.
isimsiz sularında geziniyorsun yasaklı bölgelerin. dilinde dola
nıyor antik tatlar. damağında geziniyor cem’in kan-kızıl kadehi.
ak pak öpüşlerle çoğalıyorsun. küfürler saçılıyor etrafa anbean
tutuyor, tadına bakıyorsun. mürenler toparlanıyor midene.

iç çekiş. devrilme. kopan ve dikilmeyen düğmeler. dağılan
ve dağıldıkça. oynaşan ve oynaştıkça. serpilen ve serpildikçe.
eşyalar. renkler. öpüşler. dev bir yanardağ kaplıyor her şeyi.

sessizliğe gömülüyorsun. eşya suskun. yalnızca kabarık kı
yafetiyle bir soprano beliriyor. koltuklarınıza geçiyorsunuz.”

aranağme: karanlık madde.

MEZZO-SOPRANO ARYA
kimseye söylemezdi, hatırlamazdı ettiği günahı
bahçesindeki gülü keserdi dikenlerini büyütmek için
karanlığın artık kemikleştiği bir saatte
dev borulardan geçerek o tohumu aramaya koyulurdu
bonsai ağaçlarıyla dolu ormanlarda dolaşıp
çalardı yeşili sırf boynu üşümesin diye
pirinç tarlalarına hep bir şeyler bırakırdı kılıflar içinde
geçerdi her yerden mumları söndürerek

KORO
devrilmiş ağaçların çığlığı kulaklarında fidanların
korkarak akan bir nehrin ürkekliği üstümüzde
camlar titrer sahneye çıkarken primadonna
bir hançer uyanır uykusundan ateşler içinde
güzellikler gizlenir yeniden görüneceklerini sanarak
o zerrin orkestra dizilmeye başlarken etrafımıza
zihnimizde ufalanmış sorular toparlanır

HEP BERABER
küçük balıklar, büyük balığı yutunca belirecek karanlık madde
küçük balıklar, büyük balığı yutunca belirecek karanlık madde

son yayımlananlar