Grunge Poetry mini soruşturma dizimizin 6. konuğu, “Küpeli” isimli ilk şiir kitabı İthaki Yayınları tarafından yayınlanmış şair A. Gülfem Özer. Şiirinin ne kadar sevildiğinden bahsetmeme hiç ihtiyaç olmadığını düşünüyorum. ‘’Küpeli’’ ilk dizeden son dizeye kadar zengin bir renk paletine bakıyormuş gibi hissettirmişti bana. 

Soruları kendisine gönderirken, alacağım cevaplar arasında en merak ettiğim cevap aslına bakarsanız 3. sorunun cevabıydı. Umarım keyifle okursunuz. Sevgili Gülfem’e çok teşekkürler.

Rıdvan Ardıç

  • Şiir sizin için ne/neler ifade ediyor?

Kelime olarak ve şiirin hayatımdaki tarihsel süreci olarak baktığımda her şeyden önce nedense hep kabullenişi çağrıştırır şiir bana. Boşluktan doğan bir şeymiş gibi… O boşluğu kabullenerek, o boşluğun yerini alan bir şeymiş gibi. Bu yüzden şiir yazmak da sistemsel olmadı benim için hiç. İçsel bir ihtiyaçla, çoğunlukla zamansız, yazmak istemekten ziyade “yazmalı” olarak çıktı karşıma. Belki şiirle tanışmam da böyle 

-zamansız- olduğundan, bilemiyorum. 

Beklenmedik tanışıklıklar hayatımda hep daha büyük değişikliklere yol açtı. Önemsemediğim birçok an, kendini tekrarlayıp durdu. Önemsiz olmadıklarını böyle anladım. Bunu fark ettikten sonra rastlantılara olan yargım da değişmeye başladı. Şiire olan yargım da şiirle karşılaştıkça değişti sanırım. Şiirin ısrarla karşıma çıkmasıyla… Bu yüzden şiir “kabulleniş” olduğu kadar “zamansız” demek benim için. Belki son ana kadar büyüdüğünü, şekillendiğini fark ettiğimiz bir süreç, belki öncesi ve sonrası için hazırlıklar yaptığımız, planladığımız bir davet ama en nihayetinde ne zaman doğacağını kestiremediğimiz bir doğum anı. 

Dış dünyaya olan ilgisizliğin yarattığı boşluk imkânını hemen kullanan ve en nihayetinde dış dünyayla ilgili diyebileceğimiz bir formda o boşluğu dolduran, akılda dolanıp duran belirsiz bir cismi bir nebze olsun aydınlatmaya yarayan ışık veya aydınlatma ihtiyacının ta kendisi. Bununla birlikte şiire yükümlülükler atfetmediğimi de söylemeliyim. Kıymet verdiğim, benim için birçok anlam taşıyan şiirler mevcut ancak bunlar bir okuyucu olarak böyle. Yazan biri için şiire yük taşıtmak olarak görüyorum bunu. Hâliyle bu şiiri ağırlaştıran, zorlaştıran bir şey bana kalırsa. Şiiri sadece bir şiir olarak ele almalı. Herhangi bir görevi yok şiirin, bilhassa okuyucu için. 

  • İlham denilen şey tam olarak nedir sizce? Bizi gerçekten bir şiir sürecine götürür mü? Onu bulmanın bir yolu var mıdır?

Belki bir kopuş olabilir, bu soruya tam bir yanıt vermek zor. Var olan andan hiç var olmamış veya çoktan var olmuş bir ana kopuş. 

Bir filmde altyazıyı yanlış okuyup, yanlış okuduğum o cümlenin beni bir şiire başlattığı olmuştu. Bunu bir ilham olarak saymıştım. Rüyalar, yine hep ilham veren şeyler oldu bana. Sürekli tekrar ettiğim cümlelere eğilmek bazen… Bunların hepsi de bana gerçekliğe karşı oluşturduğum bir bağışıklık ve direnç gibi gelir. Bağlamdan koptuğum ve başka bir bağlam bulduğum o anlar… Kopma da sanırım bulunan bir şeyden ziyade kendiliğinden olan bir şey. Bu yüzden onu bulmanın bir yolu sanırım benim için yok.

  • İlk okuduğunuz şair, şiir ya da kitap hangisiydi? Bıraktığı etki nasıldı?

Kendimi bu konuda hep şanslı sayarım. Karşılaştığım ilk şiir, karşılaştığım diyorum çünkü biri okumuştu bana bu şiiri ve sadece bir kısmını, Sezai Karakoç’un Köşe’siydi. 

“Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi”

Sadece bu dizeydi aklımda kalan. On beş yaşındaydım. Nedenini bilmiyorum, iç deniz fikri ve o fikirle örtüşen bir iç deniz, bana kendimle konuşma imkânı tanımıştı. Günlerce içimden ısrarla o dizeyi tekrarlamış, sonraları Beyazıt’tan Gün Doğmadan’ı almış ve şiirin tamamını ilk kez o gün okumuştum. Sonra tüm o kitabı.

son yayımlananlar