Hamdi Oğulhan Tünay 2000’de Gemlik’te doğmuş, 12 yaşında şiir yazmaya başlamış bir şair. İlk şiiri 2014’te Kuralsız dergisinde yayınlanmış. Liseyi Bursa’da okumuş, sonra İstanbul’a geri dönmüş. İlk kitabı Sezaryen 2019’da Sub Press (Şimdilerde Sub Factory) tarafından; Big Babol 2020’de Bozuk Yayın tarafından, Cleveland 1973 yine 2020’de ve yine Sub Press tarafından yayınlandı. Hâlihazırda son çıkan kitabı Candy ve Peter ise 2021’de 160. Kilometre Gulyabani Serisi dâhilinde yayınlandı (Ben bu yazıyı yazdıktan sonra Plüton Yayın’dan Eve Dönüş isimli bir kitap daha çıktı, şair çalışıyor). Şu ara şiirlerini görebildiğimiz yerler arasında Diskotek dergisini sayabiliriz.

Hamdi Oğulhan’ın şiirinde beni çeken esasen en kısa tanımıyla “sade bilgelik ve gerçeklik”. Bu söylediğimi de şöyle tanımlayabilirim: Sade bir dil ve okuyunca kolaymış gibi gelen söyleyişe rağmen arkasında hengâmeli bir temelin olması… Bir başka deyişle bir tecrübeler ve gözlemler dizisinin raporu niteliğinde olması… Neredeyse sabit diyebileceğimiz söylem perspektifi de okurken akmasını sağlıyor şiirlerin. Yaşananlar, söylenenler, akan giden tüm bu gerçekliğin bir çıktısı olan didaktik (ama olabildiğince samimi) bir dolu içerik – bu da doğu şiirini, doğu bilgeliğini çağrıştırıyor doğal olarak. Haikuları, Konfüçyüs’ü, Li Po’yu, Pound’un Cathay’indeki şiirleri, Cherkovski’nin Odlar’ını, hatta bir sahtekâr olsa da Osho’yu -belki de bu yüzden Osho’yu- diğer Hint guruları ve Japon ustalarını. Bu isim dökümünün bir ayağı kapitalizmde ve Amerikan estetiğine bulanmış hali aslında şairin personası. Tabii sağlam bir besin malzemesi kapitalizmin çeşitli tüketim nesneleri ve onla anlamlandırılan gerçeklik nüveleri. Mısır gevreği yiyip kola içen bir guru… Fazla soyut ve metafiziksel bir yanı olmayan, daha çok uzunluk ve üslupla ilgili (sesleniş de denebilir zaman zaman) bu guruluk. Emir kipi, tanrısal dil, yavaş – az – soğuk bir üslup. Son söylediğim özelliğiyle de Morrison’ın enerjik bilgeliği gibi değil demek istiyorum, daha oturaklı. Akıştaki heyecanı yansıtmaktansa olan bitenin çıktısı daha çok -hem de çok sonraki bir çıktı, bu sabahki bir olaydan veya dün arayan arkadaştan bahsederken bile. Bir uzaklık var yaşananlarla yazılanlar arasında, ben bu mesafeyi işte bu yukarıda tanımladığım doğu esintisine yordum. Teşbihe ihtiyaç olmasa bile bendeki izlenimi aktarmak için biraz tasarruflu bir teşbih yapmak istiyorum. Evet çok isim ve name dropping… Kerouac’ın haikularıyla bir bağı var bu şiirlerin. Nasıl bir bağı? Bilmiyorum.

Tabusuzluk ve “aman hocam”sızlık da bir diğer belirgin ve beni etkisi altına alan özelliği Hamdi Oğulhan şiirlerinin. Sub Press’ten 2020’de çıkan Cleveland 1973’te beni tebessüm ettiren ilk şiir ne demek istediğimi size çok iyi anlatacaktır okursanız. Kitaplar köprü olsun, burada sadece izlenimlerimi ve hislerimi aktarabiliyorum. Kitap hem karşıya geçiren hem karşısı.

Big Babol Üzerine

“Şişiremiyorsan Çiğneme” sözüyle başlıyor Bozuk’tan çıkan bu booklet. Kapağı çok güzel ilk olarak bunu belirteyim, Umut Durmuşoğlu işi. Burada haikulara benzer kısa ve veciz şiirler var diyebiliriz. Bu booklet hakkında söyleyeceğim şey şu: Sezaryen, Cleveland 1973 ve Candy ve Peter’a göre daha az ipucu veriyor fondan. Piergusto’dan gelip dövmesini sorabilir birkaç moruk Hamdi Oğulhan’a. Çok şey olabilir şiirinde, tekrara düştüğü pek söylenemez. Onun şiirini sadece birkaç örneğiyle kavramak bu sebeple mümkün değil. Yersiz linçlere maruz kalmaya açık bir şiir. Bu booklet favorim diyebilirim Hamdi Oğulhan’ın üretimleri arasında ama Candy ve Peter daha kapsamlı, karşılaştırmak güç. Buradan birkaç seçki neyi çiğneyip çiğnemeyeceğimizi veya bunu neden yapıp yapmayacağımızı anlamak bakımından faydalı olacak: “sen yeter ki / eve dönmek iste / hep bir yolunu / bulursun”, “anüsüne kazayla / geyik boynuzu girerse / yabanlaşırsın // bazen kurallar vardır”. Buradaki mesele çok net, etrafımızdakiler kazayla anüsüne geyik boynuzu girmiş ve girmemiş insanlar olarak ikiye ayrılıyor. Buna sınıfsal bile bakabiliriz ama bir şiir çözümlemesine veya yorumlamasına girişmeyeceğim. Ve favorime geliyorum… Hamdi Oğulhan’ın şiirleri ayrı felsefelerden beslenmiş gibi ama neredeyse sabit bir perspektifi var, bu zor yakalanıyor. Az sonra aktaracağım şiir kendime en çok pay çıkardıklarımdan biri. O sıralar Neeli Cherkovski ve Asaf Halet okuyordum bir de, kafa açıcı bir etki yaratmış olabilir bu nedenle. Hamdi’nin bookletini açtığımda ilk bu şiir karşıladı beni: “olur da / günün birinde / bir boğa tarafından kovalanırsan / kendini sakın matador sanma // fanteziler rahatlamak için vardır.”

Cleveland 1973

Sub Press’in yayınladığı; kapak tasarımı, içindeki görseller ve kağıt kalitesi ile çok hoş bir yayın bu. Estetik ve nesne olarak da “gıdıklayan” bir iş. İlk şiirdeki cesur/gerçek ve mizahi anlatım Hamdi Oğulhan’ın şiirine bir özet dize arıyorsak bize yardımcı olacaktır. İkinci şiirdeyse gerçek-dışılık baskın (ki postmodern dünyada kimin gerçekliğine veya hangisi?). Burada bir bilgelik, tanrısal/mitolojik öykü ve hayat görüşü var: “çocuğum doğduğunda onu / okula değil ormana gönderdim / ona hiç tavsiyede bulunmadım ve yapamazsın / demedim / aradan uzun yıllar geçtikten sonra / ormandan döndüğünde / bana teşekkür etti ve / bir kaplanla evlendiğini söyledi / ona mutlu olun dedim ve kimseyi incitmeyin”. Arka planı karanlık bir “öğüt dili” var burada. Benzerine benim şiirlerimde de yer yer rastlanabilecek, lezzeti yazarken başka okurken başka bir söylem çeşidi. Tabii şiir devam ediyor, hikâye bu değil. Sonraki şiirler de ayrı ayrı değerlendirilebilir ve izlenimlerimi her birine özgü aktarabilirim, burada bu şiirlerden aldığım tadı aktarmak ve üzerine bahsetmek istediğimi sandığım bir şaire dair notlar tutmak ve paylaşmak amacım. İleride belki daha kapsamlı bir iş ortaya koyarım. Yani bu belki de bir fragman.

Sona gelmeden şunu belirteyim, Hamdi Oğulhan’ın şiirini kendi şiirimle akraba görmemin sebebi şu (keza Memozan’ın şiiriyle de öyle) bu bilgelik ve kısmi sükûnet (gerilimin arttığı durumlar da var) kutsal kitaplarda olduğu gibi ancak bir netice/çıktı. Yaralar almış, sokağa tükürmüş, ayakkabısı patlamış, duvarlara sövmüş, müthiş ve berbat partnerlerle berbat ve müthiş seksler deneyimlemiş bir yaşamın fısıltıya benzer dizeleri… Bu ancak ucuz ve kaçak bir tahmin olabilir. Az önce belirttiğim gibi arka planı karanlık. Anlattığımı kendi şiirim için de kabul edebilirim, bunu sezdiğimde orada anlam kazanıyor ortadaki ve bu şiirlerle hissettiğim akrabalık buradan kaynaklanıyor. Yolda yazılan bir şey de iyi olabilir ama kastettiğimin bununla pek alakası yok. Şu dize açıklasın anlatmaya çabaladığımı: “içinde olmadıkça / kavgalar beni hep huzursuz etmiştir”. Bir storyteller Hamdi Oğulhan aynı zamanda. Çoğu şiirinde bunun iyi örneklerini görüyoruz. Mesele; öğüt, doğu, gözlem ve yumruk gibi basit tabirlere, imgelere indirgenemez tabii, bu benim tembelliğim olsun. Zaten bu sebeple çok geç yazdım bu yazıyı. Yanlış anlaşılmasını istemiyorum içimde samimiyetle uyanan ve bana keyif veren şeylerin.

The End

Bu yazıda aslında Hamdi Oğulhan’ın ilk kitabı Sezaryen ve son(dan bir önce) çıkan kitabı Candy ve Peter’dan da söz edecektim ama bir türlü masaya oturup bunları yazabileceğim ruh durumuna ulaşamadım. Bu yazıyı buraya aktarmak bile çok uzun sürdü. Bildiğin, hissettiğin bazı şeyleri kâğıda aktararak öldürmek istemiyorsun, belki de öyle oldu, şiirler ve şairler üzerine ya da filmler ve yönetmenler üzerine ya da hiçbir sevdiğin şey üzerine böyle metinler yazmamak daha bana göre. Artık yazdık.

Nihayetinde bu yazıyı editlememe yardımcı olan Buse’ye ve Coffee Baileys’e teşekkürlerimi iletiyorum.

Mart 2022 – Isparta

son yayımlananlar